Tamer Sağcan’ın ‘sinemada edebiyat uyarlamaları’ konulu makalesini sizlerle paylaşıyoruz.
Bir Kitap İzleyelim mi?
Hazırlanış aşamalarına bakıldığında sanat dalları arasında en zor harmanlanan ve yoğun bir hazırlık gerektiren dal hiç kuşkusuz sinemadır. Bir resmi meydana getirmek için bir palet ve fırça, bir müzik bestelemek için notalar ve enstrümanlar gerekirken, bir sinema filmini vücuda getirebilmek için; resimler, müzikler, senaryo, doğru oyuncu seçimi ve benzeri birçok şey bir araya gelmelidir. Bu gereklilikler içerisinde en önemli olanı kuşkusuz filmin temeli olan senaryodur.
Her sanat eserinde olduğu gibi filmlerin de anlatmaya çalıştığı bir hikâyesi vardır. İşte bu hikâyeleri bulmak hususunda çoğu zaman tıkanan senaristler kitap uyarlamaları sayesinde hazıra kaçmayı tercih etmişlerdir. Fakat bu hazırcılık çoğunluğu hüsranla biten deneyimlerle sinema izleyicisini kuşatmıştır.
Bir kitabın, çok satanlar listesine girmiş olması veya okuyucu kitlesini etkilemiş olması, o kitabın uyarlanması halinde başarılı bir film ortaya çıkacağı anlamına gelmez. Çünkü ortalama iki-üç saat anlatım süresi olan bir filmde, yine ortalama üç yüz ila dört yüz sayfalık bir romanın verdiği duyguyu kusursuz bir şekilde yansıtmak mümkün değildir. Buna rağmen en iyi anlatımı sağlayabilmek için en önemli kurallardan biri; kitabın senaryoya dökülmesi esnasında, kendi içeriğinden soyutlanmamasıdır. Her kitabın okurunun hayal gücünde farklı şekilde imgelendiğini düşünülürse, ortak paydaya yani kitleye ulaşmak için; karakterler için uygun rol dağılımı, kitabın atmosferini yansıtan isabetli sahne seçimleri ve kitabı okuyan, okumayan tüm kitlenin zihninde oluşturulacak ve tatmin edecek ortak bir hayal gücü gerekir. Bütün bunların sağlanması bile yönetmenin senaryoyu yorumlama şeklinde seyirciyi filmden ve hatta kitaptan uzaklaştırabilir ya da tam tersini gerçekleştirebilir. Burada önemli olan konu yönetmenin izleyiciyle, yazarın okuyucuyla konuşabildiği dilden konuşmayı başarmasıdır. Zira okurların çoğunluğu kafalarında ki imgelerin perdeye yansıma şeklinin yönetmenin yansıtma şeklinden farklı olmasından sıkça şikâyet eder.
Kitap uyarlamaları aslında bir çeşit kumardır. Özellikle üstün anlatım gücüne dayalı başarılı kitapların sinemaya uyarlandığı gerçeği varken, bu hikâyeye dayanarak güzel ve başarılı bir film ortaya çıkartabilineceği gibi, yazarın eserini iki saatlik görsel bir rezalete çevirmekte mümkündür. İkinci ihtimalde okur kitlesinin nefretini çekmekse hiç zor olmayacaktır. Bu açıdan sinema tarihinin en başarılı uyarlamalarından biri hiç kuşkusuz Mario Puzo’nun Baba serisidir. Bunun gibi Steinbeck’in Gazap Üzümleri, Anne Rice’ın Vampirle Görüşme ve Stephen King’in Yeşil Yol uyarlamaları beyazperdeye başarılı şekilde yansıtılan sadece birkaç örnektir.
Stephen King’den bahsetmişken ayrı bir parantez açmak gerekir. Korku ve gerilim türünde dünyanın en çok satan kitaplarının yazarı olan King, aynı zamanda güzelim kitapları beyazperdeye çok kötü şekilde uyarlanan bir yazardır. “Yeşil Yol”, Rita Hayword’u Seven Adam adlı kısa hikâyesinden sinemaya uyarlanan “Esaretin Bedeli” filmi ve bir iki film hariç, King’in kitapları olağanüstü hikâyelere sahip olmasına rağmen okuyucu kitlesini memnuniyetsizliğe sevk eden uyarlamalarla harcanmıştır.
Zaten kitap uyarlamalarıyla başarılı bir film çekmek zorken yapımcı ve yönetmenler bu uğurda birçok okuyucuyu tatmin edememişlerdir. Özellikle korku ve gerilim türü filmlerde süregelen bu uyarlama fiyaskosu Stephen King ile kalmamıştır. Fransız sineması son yılların en önemli polisiye-gerilim yazarlarından Jean Christophe Grange’in Taş Meclisi, Kurtlar İmparatorluğu gibi muazzam eserlerini beyazperde de eksik ve yazarın anlatımından çok uzak bir şekilde anlatarak işi eline yüzüne bulaştırmıştır. Son yılların en çok konuşulan kitabı “Da Vinci Şifresi” ise bu anlayışta tavan yapmıştır. Sayılan uyarlamaların en göze batan ortak noktası ise karakterleri canlandıran yıldızları harcamamak adına kitapların harcanmış olduğudur.
Elbette kitabı okumamış olan standart sinema izleyicisini görselliği ve hikâyesiyle etkilediği doğrudur. Bununla beraber büyük beklentiyle sinemaya giden okurları hayal kırıklığına uğrattığı da yadsınamaz.
Son dönemlerde uyarlama konusunda iki önemli seri sinemaya damgasını vurmuştur. Tolkien’in “Yüzüklerin Efendisi” serisi ve J.K. Rowling’in “Harry Potter” serisi edebiyattan sonra sinemada da fantastik ekolün temsilcileri olmuşlardır. Aslında Zindan ve Ejderha’nın sinemaya başarısız aktarımından sonra Yüzüklerin Efendisi serisinin sinemaya aktarımı konusunda fantastik edebiyatın sevenleri endişeye kapılmıştı. Buna rağmen seri çok yüksek bütçe, seçkin oyuncu kadrosu ve inanılmaz görselliğiyle seyirciyi çok memnun etse de kitabın fanatikleri bazı ana karakterlerin filmde yer almaması ve kitapta önemli sayılabilecek ayrıntıların atlanması vb. birçok ayrıntıdan şikâyet etmişlerdir. Tabi bu filmin başarısını etkilemediği gibi, serinin son filmini de Oscar ödüllerinde rekorlara taşıdı. Öyle ki serinin yönetmeni bu başarıya dayanarak Tolkien’in bir diğer kitabı “Hobbit” i sinemaya uyarlayacaklarını açıkladı.
Aynı şeyleri Harry Potter serisi için söylemek ne yazık ki mümkün olmamıştır. Nispeten başarılı iki filmle başlayan seri, ilerledikçe gittikçe kısalmaya kitabın içeriği bile süreyi kısaltmak uğruna kırpılmaya başladı. Tabi bütün bu gelişmeler Harry Potter hayranlarının bir sonraki filmi büyük bir umutla beklemesine engel olamadı.
Son dönemde kitap uyarlamalarına gittikçe bağlanan sinema sektöründen ufak bir ayrıntı verirsek konunun önemini kavrayabiliriz. Hollywood sadece geçen sene on bir kitabın uyarlamasını beyazperdeye sundu. Elbette bunların içinde Robert Ludlum’un efsanevi ajanı Bourne olduğu gibi başarısızı denemeler her zaman olduğu gibi çoğunluktaydı.
Kitaplar insanların hayal gücünü tetikleyen, okuru yazarın algı dünyasında gezdiren büyülü nesnelerdir. İnsanlar kendi kurgularıyla algılamaya çalıştıkları yazarı, beyazperde de bir başkasının algı penceresinden izlerken beğeni eşiğinin normalden yüksek olması kaçınılmazdır. Kitap uyarlamaları işte tam da bu sebepten senaristler için eşsiz bir kaynak olsa da başarı şansı özgün senaryolara göre daha azdır. Çünkü özellikle okuyucu-izleyici kitle okuduklarını tıpkı kendi kafasında canlandırdığı gibi beyazperde de görmek ister.
Filmler izlenmek, kitaplar okunmak içindir diyoruz. Peki, kitaplardan uyarlanarak çekilen filmler hikâyeyi okumuş ve zaten bilen insana ne anlatabilir? Zevklerin ve renklerin farklı olduğu dünyada bu sorunun iki olası cevabı vardır: Ya yüzlerce milyon dolarlar ve görsel efektlerin kişinin kendi hayal gücü yanında hiçbir kıymeti olmadığını, ya da bazı zihinlerin hayal güçlerinin birçoğumuzun algısını kapsayacak kadar geniş ve zengin olduğunu anlatabilir. İyi bir okur ve sinema izleyicisi olarak hep ikinci cevabı yaşamanızı dilerim.
Yazar: Tamer SAĞCAN
Premier Grup